FETÖ’YE YARDIM YALANI

 

Hakan Erol kitabının “Gülen ve Oktar: Bir Elmanın İki Yarısı” başlıklı bölümünde genel olarak dava dosyasındaki bazı evraklardan ve iddialardan alıntılar yapmış, bunlara kişisel değerlendirmelerini katmış, hatta dosyada bile bulunmayan bazı suçlamalarda bulunarak Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını FETÖ ile ilişkili göstermeye çalışmıştır.

Gerçekte ise Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının FETÖ’ye yardım etmeleri gibi bir durum hiçbir zaman yaşanmamıştır. Bu gerçek en açık olarak, Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubunun FETÖ’ye yardım suçlamasından dolayı mahkum edilmesinde kullanılan delillerin hukuka aykırılığından ve çürüklüğünden anlaşılmaktadır. Aynı şekilde bu gerçek; Sayın Adnan Oktar’ın, Hakan Erol, bir kısım medya veya komplocular tarafından hiç dile getirilmeyen, İddia Makamı ve İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti tarafından görmezden gelinen FETÖ aleyhtarı konuşmalarından da anlaşılmaktadır. Öyle ki Sayın Adnan Oktar herkesin FETÖ’yü övdüğü 2010 yılında dahi FETÖ’yü eleştiren bir şahıstır. Ayrıca FETÖ’nün geçmişte Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına karşı kumpaslar düzenlemesi de iki yapı arasında yardımlaşma değil husumet olduğuna açıkça işaret etmektedir.

Sayın Adnan Oktar’ın FETÖ lideri Fetullah Gülen hakkında konuşmaları yargı sürecinde çokça dile getirildiği gibi Hakan Erol tarafından da önemsenmiştir. Öyle ki FETÖ suçlamalarını ele aldığı bölüme Sayın Adnan Oktar’ın çok tartışılan bir konuşmasıyla başlamıştır. 1 Ocak 2013 tarihli konuşma şöyledir:


Sayın Adnan Oktar’ın bu konuşması husumetli müştekiler tarafından olduğu gibi Hakan Erol tarafından da FETÖ ile Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubunun sözde yakınlığına delil olarak gösterilmiştir. Sayın Adnan Oktar ise bu konuşmasının yanlış yorumlandığını, neden böyle bir konuşma yaptığını 17.09.2019 tarihli mahkeme ifadesinde şöyle açıklamıştır:

Sayın Adnan Oktar’ın FETÖ lideri Fetullah Gülen’i kızdırmak amacıyla böyle konuştuğunu ortaya koyan somut deliller bulunmaktadır. Bu deliller de söz konusu konuşmaya çok yakın zamanlarda yaptığı başka konuşmalardır. NİTEKİM SAYIN ADNAN OKTAR’IN 1 OCAK 2013 TARİHLİ KONUŞMASINDAN SADECE 2 HAFTA ÖNCE FETÖ LİDERİNİ AĞIR ŞEKİLDE ELEŞTİRDİĞİ BİR KONUŞMASI ŞÖYLEDİR:

Ben Fethullah Hoca’nın bir tek ‘Allah bir’ demesine inanırım. Helaller, haramlar, cennet, cehennem, bunların hepsine inanırım ama onun dışındaki sözlerine inanmıyorum benBediüzzaman kandırdı sizi, İsa Mesih konusunda demesi çok vahim bir şey. Çünkü Bediüzzaman'ı sahtekâr ilan etmiş oluyor. "Yalancı" diyor Bediüzzaman için. "Sizi aldattı" diyor. "Dedikodudan çekindiği için" diyor, "Dedikodu olur çünkü bu tip şeyler, onun için İsa inecek dedi" diyor. "Ama biliyor aslında inmeyeceğini" diyor. Olur mu böyle şey? De ki: "Ben kendim inanmıyorum" desin Fethullah Hoca. "Ben inanmıyorum İsa'nın ineceğine" desin. "Aklım almıyor" desin. Ama "Bediüzzaman yalan söyledi" demesi, ancak canı tehlikedeyse söyleyebilir bunu. Eğer canı tehlikede değil de bunu söylediyse, Fethullah Hoca diye bir hoca yok o zaman. Yani çok vahim. Demek ki Risale-i Nurlara, Bediüzzaman'a karşı muazzam tavır almış, çok riskli bir yapılanma var demektir o zaman.” (https://www.youtube.com/watch?v=rKxpB7tbRgc)

SAYIN ADNAN OKTAR’IN HAKAN EROL TARAFINDAN KİTAPTA KULLANILAN KONUŞMASINDAN SADECE BİRKAÇ AY SONRA İSE, FETÖ YAPILANMASINI ŞU ŞEKİLDE ELEŞTİRMİŞTİR:

“Bir masonik yapı var Fethullah Hoca cemaatinde. Devlet içine de sarkmış bunlar. Devlet içinde de Fethullah Hoca'nın talebesi olduğunu iddia eden birçok devlet görevlisi var. Garip bir masonik yapılanmayla kendi aralarında bağlantı kurmuşlar. Hükümetin de anlayabileceği gibi değil, garip bir yapılanma. Yani tarif edilemiyor, sistemi de çözemiyorlar. Enaniyetli, gururlu, öfkeli insanlardan oluşuyor birçoğu. Tayyip Hocam'ı da Mehdi karşıtı gibi görüyorlar Allahualem. Yani Fethullah Hoca'nın Mehdiliğini engelleyen bir Mehdi adayı gibi gördükleri için, onu da bir an önce kenara çekmek istiyorlar. Zaman Gazetesi'nden çıldırmış gibi, bazı kişiler, akıl almaz bir hırsla, o yapılanma içerisinde, garip bir yapılanmaları var, masonik bir yapılanmaları var, adeta onu andırıyor, alabildiğine Tayyip Hocam'ın aleyhine bir faaliyet içindeler. Bir an önce ekarte etmek peşindeler.” (https://youtu.be/wGuAsgkSAIM)

Sayın Adnan Oktar’ın örnek olarak verdiğimiz bu konuşmaları 1 Ocak 2013 tarihli konuşmasını Fetullah Gülen’i kızdırmak amacıyla yaptığını göstermektedir. Zira bir kimsenin sadece “Allah birdir, helaller ve haramlar” konulu konuşmalarına inandığı, diğer konuşmalarını ise kabul etmediği, kendisini yok saydığı bir insanı gerçekten sevip desteklemesi mümkün değildir.

SAYIN ADNAN OKTAR’IN, FETULLAH GÜLEN’İN BİRÇOK KESİM TARAFINDAN ADETA EL ÜSTÜNDE TUTULDUĞU 2010 YILINDA YAPTIĞI BİR ELEŞTİRİ İSE ŞÖYLEDİR:

Önce entel dantel takılmaya başladılar. E dedik olabilir yani. Sonra baktım Bediüzzaman’dan bahsetmemeye başladılar. Bak bunca yıllık mürşitlerini bir kalemde kendilerince harcamaya kalktılar. Ama hoşuma giden de yıllarca Mehdi‘ye muazzam zemin hazırlamış olmaları. Mehdi (as), tek başına yapamazdı Allahualem. Ama bin pişmanlar, bin pişmanlar. Acayip kavruluyorlar yani yaptıklarına yapacaklarına pişmanlar yani. O zaman biz Mehdi’yi inkâr edelim toptan, neye dönelim, sosyal faaliyetlere dönelim dediler böyle. Ilık adam oldular ılık. Toz pembe oldular yani böyle. Bambaşka bir şekle girdiler.

Çoluk çocuğa şarkı, türkü öğretecekler. Öyle mutlu bir şekilde yaşayacaklar. Bediüzzaman bunu mu anlattı bize? Peygamberimiz (sav) bunu mu anlattı bize? Nereden çıkıyor bu?

Bu sefer Bediüzzaman’a cephe aldılar. Bir de baktık ki adamlar, Mehdi ile başları belada. Mehdi’ye kafaları takılmış. Mehdi’yi istemiyorlar. Baktılar mürşitleri pek Mehdi’ye benzemiyor. Tutturamadılar adamlar. Uçuyor, kaçıyor, başka dallara konuyor. Mesela burada çocukları bırakıyor, hanımları bırakıyor değil mi, yaşlıları bırakıyor herkesi bırakıyor. Kendi canını kurtarmanın derdinde oluyor. Yiğitsen, delikanlıysan burada kalsana, burada mücadele versene, değil mi? Pırr uçuyorsun, hem de ben diyorsun Müslümanım, mücahidim, yiğidim, delikanlıyım. E Müslüman şehit olmayı da istiyor, gazi olmayı da istiyor. Hapsi de göze alır, hepsini göze alır değil mi? Sen nasıl delikanlısın? Nasıl Müslümansın? … Böyle havadan nem kapıyorlar değil mi? Yani tahmin edilmedik şeylerden çok şiddetli korkuyorlar. O yüzden de hizmeti de bırakıyorlar, İslam’ı anlatmayı da bırakıyorlar, davayı da bırakıyorlar… (https://youtu.be/dQIYPI-G8Sg)

Hakan Erol dava dosyasında yer alan bu tür konuşmaların hiçbirine kitabında yer vermemiştir. Çünkü çok iyi bilmektedir ki, bu konuşmalarına yer verdiği takdirde FETÖ ile Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubu arasında yakın bir ilişki olduğunu iddia etmesi mümkün değildir.

Burada FETÖ’ye yardım suçlamaları açısından hem bu konuşmanın hem de ileride anlatılacak konuların hukuka uygun değerlendirilebilmesi için önemli bir hususa dikkat çekmemiz gerekmektedir:

FETÖ'nün bir terör örgütü olarak kabul edildiği ilk tarih 20.07.2016 tarihli MGK kararıdır. Bunun öncesi tarihlerde yargılamalar başlamış ancak mahkemelerce verilmiş bir karar bulunmamaktadır. Bu nedenle FETÖ davaları için milat alınması gereken tarih 20.07.2016'dır.

Buna ek olarak, yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere, 19.12.2014 tarihinde İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce yapılan bir yargılamada Fetullah Gülen hakkında yakalama kararı verilmiştir. Ancak tarih itibariyle dava derdest olduğundan dolayı terör örgütünün varlığı hukuken kanıtlanmış durumda değildir. Ne var ki dosya kapsamında Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına "yardım etme" fiili kapsamında isnat olunan eylemlerin tamamı bu iki tarihin de öncesine dayanmaktadır. Bu yüzden de Anayasamızın 38. maddesiyle de güvence altına alınan, "hiç kimse kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz" şeklinde tanımlanan "kanunilik ilkesi" gereği geçmiş tarihteki eylemler nedeniyle Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının cezalandırılmaları mümkün değildir.


Aşağıda Hakan Erol’un dava dosyasından bazı alıntılar yaparak anlattığı FETÖ’ye yardım iddiasını çürüten cevaplarımız yer almaktadır:

1)     SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARININ 17-25 ARALIK DARBE GİRİŞİMİ HAKKINDA ÖNCEDEN BİLGİ SAHİBİ OLDUKLARI İDDİASI ASILSIZDIR:

11.07.2018 tarihli polis operasyonları sırasında baskın yapılan ikametlerden biri de Ankara Mutlu Kent Sitesi’ndeki ikamettir. Söz konusu ikametin kapısı içeride kimsenin olmamasından dolayı çilingir vasıtasıyla açılmıştır. İşte bu baskın sırasında el konulan ve Ayşegül Hüma Babuna’ya ait olan dizüstü bilgisayarda tespit edildiği ileri sürülen bir e-mail nedeniyle Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının 17-25 Aralık darbe girişiminden önceden haberdar oldukları ve bu yönde strateji geliştirdikleri ileri sürülmüştür. Aynı zamanda bu durum FETÖ ile ilişki iddiasının bir deliliymiş gibi gösterilmiştir. Hakan Erol da yazdığı kitapta bu konuyu ele almış, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını suçlayıcı ifadeler kullanmıştır.

Öncelikle belirtmeliyiz ki, iddialara delil olarak kullanılan e-mail içeriğinde suç niteliğinde herhangi bir ifade yoktur. Bununla birlikte söz konusu e-mailin orijinaline operasyondan sonra düzmece ifadeler eklendiğini gösteren bilimsel kanıtlar bulunmaktadır. Bu gerçeklere ek olarak, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik polis operasyonlarının tümünde olduğu gibi, Mutlu Kent Sitesi’ndeki ikamete yapılan baskında da el koyma işlemleri CMK’nun 134. maddesine tamamıyla aykırı şekilde gerçekleşmiştir. Bu nedenle de bahse konu e-mailin dava dosyasında delil olarak kabul edilmesi hukuken mümkün değildir. Bu gerçekleri detaylandırırsak şunları söyleyebiliriz:

a)      E-mailin tespit edildiği ileri sürülen dizüstü bilgisayarın delil olarak kabul edilmiş olması hukuka aykırıdır:

·       Suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği dizüstü bilgisayara el koyma işlemi sırasında yedekleme işlemi yapılmamıştır. Bu uygulama CMK 134/3. maddeye aykırıdır.

·       Suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği dizüstü bilgisayar dışarıdan müdahaleyi engellemek üzere mühürlü torbalarda taşınması gerekirken çöp torbalarında taşınmıştır.

·       Mühürlü torbalarda taşınması gereken dijital materyaller şüpheli veya müdafi huzurunda, bu mümkün değilse el koyma kararını veren hakim huzurunda açıldıktan sonra imaj alma işlemine tabi tutulmalıdır. Suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği dizüstü bilgisayarda bu işlem de yapılmamıştır.

·       Suç isnadına kaynaklık eden verinin elde edildiği dizüstü bilgisayarda yer alan verilerin hash değeri de alınmamıştır.

·       CMK’nun 134. maddesinde kanunen zorunlu kılınan tedbirler el konulan dijital materyallere dışarıdan müdahaleyi imkansızlaştırma amacı taşımaktadır. Ancak görüldüğü üzere Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik operasyonlarda bu tedbirlere riayet edilmemiştir. Dijital materyaller dışarıdan müdahaleye müsait halde bırakılmıştır.

 

b) Suçlamada kullanılan e-mailin içeriği suç teşkil etmemekle birlikte, operasyondan sonra düzenlenmiştir:

·       17-25 Aralık olaylarının Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları tarafından önceden bilindiği yönündeki asılsız iddia aşağıdaki e-mail nedeniyle ortaya atılmıştır:

 


Konuyla ilişkilendirilen Ayşegül Hüma Babuna ve Fatma Ceyda Ertüzün söz konusu e-mailde geçen “Sonbaharda Türkiye’de beklenen kalkışma” ifadesini veya buna benzer bir ifadeyi yazışma sırasında kullanmadıklarını beyan etmişlerdir.

·       İlginç olan bir başka detay ise, suç teşkil ettiği iddia edilen e-mail yazışmasının bulunduğu yerdir. Bu e-mail, Ayşegül Hüma Babuna'ya ait bir laptopun içindeki bir "yedekleme veri kalıntısında" bulunmuştur. Yani söz konusu e-mail somut haliyle laptopun içinde yer almamaktadır. Emniyet raporuna göre bu laptopun içinde, Apple lpad marka bir tabletin veri yedekleme dosyaları yer almakta, bu veri yedekleme dosyaları arasında 17.07.2012 ve 07.03.2014 tarihine ait 2 adet veri tabanı dosyası kalıntısında güya bu e-mailin varlığı keşfedilmiştir. İddiaya göre, söz konusu laptopa bağlanan bir tablet pc’den aktarılan verilerin kalıntılarında e-mail’in rakamsal karşılığına ulaşılmış, makine kodunu oluşturan rakamlar harflere dönüştürülerek e-mail yazılı hale getirilmiştir. Bu işlem başlı başına dışarıdan müdahaleye açık bir işlemdir. Nitekim dünyaca ünlü adli bilişim uzmanımız Sayın Tuncay Beşikçi yaptığı incelemelerde suçlamalara konu e-mailin Ayşegül Hüma Babuna’ya ait olan laptopun içinde fiilen bulunmadığını tespit etmiş ve raporlamıştır.


·       E-mailde yer aldığı iddia edilen "Sonbaharda Türkiye’de beklenen kalkışmadan evvel bu seri toplantıları yapmamız çok faydalı olacaktır" cümlesi yargı sürecinde hayali teorilere dayanak yapılmaya çalışılmıştır. Buna göre e-mailde bahsedilen "sonbaharda beklenen kalkışma" ifadesi güya 17/25 Aralık darbe girişimlerine yönelik bir atıftır. Burada öne sürüldüğü gibi bir anlam ve yazışma olmamakla birlikte, velev ki böyle bir cümle sarf edilmiş olsa dahi, Devletin Dışişleri Bakanlığında görev yapmış, güven duyulan bir insana bu bilginin iletiliyor olması hukuken de akıl ve mantıkla değerlendirildiğinde de suç unsuru içermemektedir. Zira düz okumayla dahi kast edilenin "bir kalkışma beklentisine karşı gerekli tedbirlerin alınması amacı" olduğu açıkça görülmektedir.

 

·       E-mailde bahsi geçen CFR isimli kuruluş ise müşteki C.K.’nın Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubuyla görüşürken iletişimde olduğu ABD merkezli bir düşünce kuruluşudur. C. K.’nın bu kuruluş tarafından gerçekleştirilecek toplantıya Türkiye’den temsilci katılması konusundaki takipleri neticesinde, Ayşegül Hüma Babuna konuyu ilk olarak Cumhurbaşkanı danışmanı Sayın İbrahim Kalın ve Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu'na aktarmıştır. Konu hakkında uzun süren bir görüşmenin sonunda Sayın İbrahim Kalın söz konusu toplantıya sıcak yaklaşmıştır. Sayın Çavuşoğlu ise yoğun programından dolayı toplantı tarihini uygun bulmamıştır. Ayşegül Hüma Babuna'nın hem Sayın İbrahim Kalın ile hem de Sayın Mevlüt Çavuşoğlu ile yaptığı görüşmeler cep telefonuyla gerçekleştirildiğinden HTS kayıtlarına bakılması durumunda bu görüşmelerin yapılmış olduğu kolaylıkla teyid edilebilir.

 

·       Suçlamaların odak noktasını teşkil eden 17-25 Aralık darbe girişimi sonbaharda değil kışın gerçekleşmiştir.

Tüm bunlar Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının 17-25 Aralık darbe girişimiyle ilgili önceden bilgi sahibi oldukları yönündeki suçlamanın asılsız olduğunu, suçlamada delil olarak kullanılan e-mailde suç unsuru bulunmadığını, bununla birlikte söz konusu e-maile dışarıdan müdahale edildiğine dair delillerin bulunduğunu göstermeye yeterlidir.

1)     SAYIN ADNAN OKTAR’IN JONATHAN SCHANZER İSİMLİ KİŞİYLE GÖRÜŞEREK FETÖ’YE YARDIM ETTİĞİ İDDİASI ASILSIDIR

Adnan Oktar Davası’nda Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını bir şekilde FETÖ’nün suç eylemleriyle ilişkilendirmek isteyen, ancak söz konusu ilişki hiçbir zaman yaşanmadığı için dosyada bu yönde delil bulamayan İddia Makamı ve yerel mahkeme heyeti zorlama ve gerçekdışı gerekçelerle hayali bir ilişki ağı kurmuşlardır. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını FETÖ’ye yardım eden bir örgütmüş gibi gösterebilmek için kullanılan şahıslardan biri, merkezi Amerika’da bulunan Demokrasileri Savunma Vakfı’nın (FDD) başkan yardımcılığını yapan Jonathan Schanzer olmuştur. Burada da doğal olarak, bazı müştekilerin ve yargı sürecinde korkutularak etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmaya zorlanan bazı sanıkların asılsız ifadelerinden yararlanılmıştır.

Nitekim C. (Ö.) K.’nın asılsız iddialarına göre, 17-25 Aralık darbe girişiminin birkaç ay öncesinde (28.08.2013) Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz isimli şahıslar Türkiye’ye güya Sayın Adnan Oktar’ın talimatıyla getirilip ağırlanmışlar, ilk etapta güya Sayın Adnan Oktar ile görüşmüşler, sonrasında güya yine onun talimatı neticesinde harekete geçen Aylin Atmaca ve Burak Abacı isimli arkadaşlarının aracılığıyla AK Partili ve CHP’li bazı milletvekilleriyle görüşüp İran’la yapılan altın ticaretinin detaylarını araştırmışlardır. İşte Jonathan Schanzer’in bu iddialardan 4 sene sonra Amerika’daki Halkbank Davası’na bilirkişi olarak atanması da gerçekleşince, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının FETÖ ile ilişkisi olduğu ileri sürülmüştür.

Bu iddiaların asılsız oldukları aşağıda da görüleceği üzere, yargı sürecinde ortaya çıkmıştır. Ancak Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları zaten sembolik olarak yargılandıklarından, bu konudaki suçsuzluklarının ortaya çıkmasının bir anlamı olmamış, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi hukuka aykırı hükmüne bu suçlamaları da dayanak kılmıştır.

İşte Hakan Erol kitabında bu olaylardan da bahsetmiş ve okuyucularının söz konusu hayali ilişki ağına inanmalarını sağlamak istemiştir. Halbuki dosyaya giren delillere göre;

·       İddialarda ismi geçen Mark Dubowitz Türkiye’ye en son 2009 yılında gelmiştir. C. K.’nın 21.01.2018 tarihli ifadesinde belirtilenin aksine 2013 yılında Türkiye’ye gelmemiştir:

İddia Makamı C. K.’nın bu iddiasının asılsız çıkması üzerine, esas hakkındaki mütalaasında ifadeden alıntı yaparken bu çelişkiyi gizleyerek ceza talebinde bulunmuştur:


·       Dosyaya giren HTS kayıtlarında Aylin Atmaca’nın iddialara konu olay sırasında İstanbul’da değil Ankara’da olduğu çıkmıştır. Yani Jonathan Schanzer’in İstanbul’da yaptığı görüşmeler sırasında Aylin Atmaca’nın bu görüşmelerde yer alması mümkün değildir. Etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan Burak Abacı da ifadelerinde, Jonathan Schanzer ile politikacıların bir araya geldiği herhangi bir görüşmenin varlığından bahsetmemiştir. Bu durum Sayın Adnan Oktar’ın Aylin Atmaca ve Burak Abacı’ya konuyla ilgili talimat verdiği iddiasını çürütmekte ve C. K.’nın gerçekleri söylemediğine işaret etmektedir.

·       Sayın Adnan Oktar’ın Jonathan Schanzer’in Türkiye’ye geldiğinden haberi olmuştur. Jonathan Schanzer’in Türkiye ziyareti sırasında, Amerika ve Jonathan Schanzer hakkında A9 TV’de konuşma da yapmıştır. Ancak Sayın Adnan Oktar Jonathan Schanzer ile hiç tanışmamıştır. Bu gerçek Aylin Atmaca’nın dosyadaki tüm ifadelerinde ve etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan Ece Koç’un 21.09.2018 tarihli etkin pişmanlık ifadesinde geçmektedir. Konuyla ilişkilendirilen diğer kişi Burak Abacı ise Sayın Adnan Oktar ile Jonathan Schanzer’in tanıştığına dair herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Tüm bunlar, C. K.’nın gerçekleri dile getirmediğine birer delildir.

·       C. K. ifadesinde Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz’in İstanbul’daki Pera Palace Oteli’nde kaldıklarını iddia etmiştir. Dosyaya giren evraklarda ise Jonathan Schanzer’in The Marmara Oteli’nde konakladığı ortaya çıkmıştır. Ayrıca Hakan Erol’un kitabında da bahsedildiği gibi, Jonathan Schanzer’in ziyaret masrafları Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubu tarafından değil mensubu olduğu FDD tarafından karşılanmıştır. Bu olaylar C. K.’nın detayını bilmediği olaylar hakkında bilgi sahibiymiş gibi konuştuğunu göstermektedir.

·       Jonathan Schanzer’in Halkbank eski genel müdür yardımcısı Sayın Hakan Atilla hakkında ABD’de açılan davada bilirkişi seçilmesi, Adnan Oktar Davası dosyasındaki FETÖ’ye yardım suçlamasının desteklenmesi için kasıtlı olarak çarpıtılan ve kullanılan bir olaydır.

 

Aşağıdaki şema, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır.


Öncelikle belirtmeliyiz ki, Jonathan Schanzer Türkiye’ye geldiği 2013 yılında herhangi bir konuda suçlanan veya suç işlediği tespit edilmiş olan bir insan değildir. Dolayısıyla isminin A9 TV’de anılmasının veya bu kişinin Türkiye’de herhangi bir görüşmede bulunmasının kanunlara veya vicdanlara aykırı hiçbir yönü yoktur. Ayrıca 2013 yılında Hakan Atilla Davası’nın henüz var olmadığı gerçeği bir yana, bu davanın ileride açılacağı yönünde herhangi bir öngörüde bulunmak dahi mümkün değildir. Dolayısıyla 2017 yılında Jonathan Schanzer’in bu davada bilirkişi olarak atanacağı da bundan 4 yıl öncesinde kimse tarafından bilinmemektedir. Kaldı ki Jonathan Schanzer’in Hakan Atilla Davası’nda bilirkişi atanmış olması, onun FETÖ ile ilişkisi olduğuna dair kesin bir kanıt da değildir. Mahkemelere bilirkişi atamaları Türkiye’de olduğu gibi Amerika’da da son derece rutin ve teknik işlemlerdir. Dolayısıyla onu direkt olarak suçlu konumuna getirmemektedir.

Tüm bunlara rağmen, İddia Makamı, ortada Jonathan Schanzer’in FETÖ ile ilişkisi bulunduğu hakkında tek bir soruşturma dosyası veya mahkeme kararı olmamasına rağmen önce bu kişiyi FETÖ ile bağlantılı kabul etmiş, ardından dosyada asılsız olduğu anlaşılan suçlamalara dayanarak Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının Jonathan Schanzer ile birlikte hareket ettiğini varsaymış, sonrasında ise Türkiye’de FETÖ’nün varlığının devletimiz tarafından dahi henüz kabul edilmediği 2013 yılındaki hayali görüşme ve toplantıları suç saymıştır. Yerel mahkeme de İddia Makamının tüm bu görüşlerini hukuka uygun görerek Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının FETÖ’ye yardım ettiğine hükmetmiştir. Yaşanan bu olaylarda büyük bir çarpıtma ve hukuksuzluk olduğu açıktır.

Hakan Erol da kitabında böyle hayali olaylara ve hukuksuzluklara şahit olmasına rağmen, Sayın Adnan Oktar’ı ve FETÖ liderini bir elmanın iki yarısı gibi göstermekte hiçbir mesleki sakınca veya vicdani rahatsızlık duymamıştır.

1)     FATİH ÜNİVERSİTESİ ESKİ REKTÖRÜ ŞERİF ALİ TEKALAN İLE ÇEKİLMİŞ BİR FOTOĞRAF ÜZERİNDEN YAPILAN SUÇLAMALAR ASILSIZDIR

Adnan Oktar Davası dosyasında FETÖ ile iltisak suçlamasına delil olarak kullanılan tek fotoğraf, Fatih Üniversitesi eski rektörü, FETÖ çatı davası dosyasının firarisi Şerif Ali Tekalan’ın üniversitede verdiği iftar davetine katılan Kartal İş ve Altuğ Müştak Berker ile çektirdiği fotoğraftır. İddia Makamı bu fotoğrafı Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubunun FETÖ’ye yardım ettiği yönündeki asılsız iddialara delil gibi göstermiş, yerel mahkeme de söz konusu aciz değerlendirmeyi hukuka aykırı kararının dayanakları arasına katmıştır. Hakan Erol da bu konuyu kitabına taşımıştır.

Suçlamalara konu olan ve farklı kesimlerden birçok insanın katıldığı iftar davetine ait aşağıdaki fotoğrafın tarihi 09.07.2014’tür:


Şimdi 2 farklı şemayla söz konusu fotoğrafa yansıyan görüşmenin suç teşkil etmediğini anlatalım:


Şemalarda da görüldüğü üzere, Türkiye’de paralel yapılanma tabiri MGK kararı ile ilk kez 30.10.2014 tarihinde kullanılmıştır. Bu tarih söz konusu iftar görüşmesinin 3,5 ay sonrasına denk düşmektedir. Fatih Üniversitesi’nin kapatılması ve Şerif Ali Tekalan hakkında soruşturma açılması ise 2016 yılının Temmuz ayında gerçekleşmiştir. Bu olaylar ise iftar görüşmesinin üzerinden 2 yıl geçtikten sonra alınmıştır. Yani Şerif Ali Tekalan’ın 2014 yılında verdiği bir iftar davetine katılmak kanunen suç değildir. Kaldı ki söz konusu kişinin FETÖ ile ilişkili olduğu da o tarihte bilinmemektedir. Daha önce de vurguladığımız gibi Anayasamızın 38. maddesi gereğince, hiç kimse kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı suçlu sayılamaz. Dolayısıyla söz konusu iftar davetinden hareketle herhangi bir suçlama ortaya atılması ve bunun üzerinde de cezalandırmaya gidilmesi hukuken mümkün değildir.

1)     BAZI FETÖ ÜYELERİYLE 2014 YILI VE ÖNCESİNDE YAPILMIŞ TELEFON GÖRÜŞMELERİ VE MESAJLAŞMALARI FETÖ İLE İLTİSAK SUÇLAMASINA DELİL KULLANILAMAZ

Hakan Erol dosyadaki incelemelerinden sonra yazdığı kitabında Sayın Adnan Oktar’ın bazı arkadaşlarıyla FETÖ mensubu olduğu tespit edilen bazı kişiler arasında 2014 yılı ve öncesinde gerçekleşmiş telefon görüşmelerinden ve mesajlaşmalarından örnekler vermiş, bu durumun FETÖ’ye yardım suçlamasının delili olduğu yönündeki hukuka aykırı değerlendirmelere katılmıştır.

Bu iddialara yönelik cevabımızı, sadece Sayın Adnan Oktar’ın arkadaşları olan Aylin Atmaca ve Ayşegül Hüma Babuna’nın Şerif Ali Tekalan’la yaptıkları telefon görüşmeleri ve mesajlaşmaları üzerinden vereceğiz.  Nitekim bu cevabımız, Hakan Erol’un kitabında yer verilen ve tarih bakımından söz konusu telefon görüşmeleri ve mesajlaşmalarıyla paralellik gösteren diğer örnekleri çürütmek için de yeterlidir.

Aşağıdaki şemalarda Aylin Atmaca ve Ayşegül Hüma Babuna’nın FETÖ firarisi Şerif Ali Tekalan ile yaptığı telefon görüşmelerine ve mesajlaşmalarına ait tarihlerin ülkemizde FETÖ’ye yönelik alınan resmi kararların tarihleriyle olan kıyaslaması yer almaktadır:


Şemalarda da görüldüğü üzere, Türkiye’de paralel yapılanma tabiri MGK kararı ile ilk kez 30.10.2014 tarihinde kullanılmıştır. Bu tarih Aylin Atmaca ve Ayşegül Hüma Babuna’nın Şerif Ali Tekalan ile son telefon iletişiminden aylar sonrasına denk gelmektedir. MGK kararıyla FETÖ’nün Kırmızı Kitap’a dahil edilmesi ise 2016 yılının Temmuz ayında gerçekleşmiştir. Bu gelişme ise, söz konusu telefon görüşmelerinin üzerinden yaklaşık 2,5 yıl geçtikten sonra yaşanmıştır. Dolayısıyla bu görüşmelerin ve mesajlaşmaların yapıldıkları tarihlerde Şerif Ali Tekalan veya dosyada adı geçen diğer FETÖ mensubu kişilerle ilgili herhangi bir suçlama yoktur.

Ayrıca Karlov Suikasti dosyasına giren HTS kayıtlarında, Şerif Ali Tekalan’ın aynı tarihlerde AK Partili milletvekilleri de dahil olmak üzere birçok önde gelen isimle iletişim halinde olduğu görülmektedir. Ortada suç teşkil edecek bir durum olsa, o tarihlerde Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Sayın Abdülkadir Aksu’nun ve Sayın Hüseyin Çelik’in de aralarında bulunduğu birçok kişinin Şerif Ali Tekalan ile hiçbir şekilde irtibatta olmayacakları aşikardır.

Kaldı ki dosyadaki kayıtlara bakıldığında, Örneğin Aylin Atmaca’nın Şerif Ali Tekalan’a gönderdiği mesajların tümünün dini bayramlara denk geldiği görülmektedir. Bu durum tarafların arasında özel bir ilişki olmadığını, sadece klasik bayramlaşmaların gerçekleştiğini açıkça göstermektedir.

1)     FETÖ’YE TEKNİK DESTEK YALANI

Hakan Erol kitabının “Oktarcılardan teknik destek” başlıklı bölümünde, dosyada yer alan, ancak kasıtlı şekilde çarpıtılarak sanıkların aleyhinde değerlendirilen bir olaydan bahsetmiştir.

Söz konusu olayda, 11.07.2018 tarihli polis operasyonunda Mehmet Ender Daban ve Bora Yıldız’ın kaldığı ikamette ele geçirilen bir dizüstü bilgisayarın masaüstünde “herkul.org iphone uygulaması” isimli mobil uygulama kurulum dosya ve kodları içeren bir klasöre ve içinde “internete yüklenmesi konusunda yardımcı olunması” notunun bulunduğu iddia edilen bir word belgesine rastlanılmıştır. Herkul.org isimli internet sitesinin FETÖ mensuplarına ait olduğu iddia edilerek, söz konusu uygulamanın FETÖ’ye yardım yönündeki suçlamalara delil teşkil ettiği ileri sürülmüştür. Bu iddia hukuki bir dayanağa sahip olmadığı gibi gerçeklere de aykırıdır. Şöyle ki;

·       Mehmet Ender Daban ve Bora Yıldız’ın ikametine yapılan baskında, polis operasyonunda baskın yapılan her ikamette olduğu gibi, CMK’nun 134. maddesine aykırı şekilde dijital materyallere el konulmuştur. Dolayısıyla normal şartlarda söz konusu dijital materyallerin delil olarak kullanılması hukuken mümkün değildir.

·       İddianamede yer alan ekran görüntüsünde, suçlamaya konu uygulamanın 2011 yılına ait olduğu görülmektedir. Halbuki söz konusu tarihte FETÖ’nün varlığı bilinmediği için, ilgili yazılım üzerinden bir suçlama yapılması normal şartlarda hukuken mümkün değildir.


·       İddianamede, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Sayın Furkan Sezer’in imzasını taşıyan evraka dayanarak yazılımın sahibinin MİT Tırları Davası sanıklarından Yasin Yalçınkaya olduğu iddia edilmiştir. Halbuki iddia ciddi bir hatadan kaynaklanmaktadır. Nitekim emniyetin evrakında sorgulanan e-mail yasinyky@hotmail.com  iken iddialara konu yazılımın içinde kullanıcı adı olarak tespit edilen e-mail adresi yasinyk@hotmail.com’dur. Sorgulanan adresin sonuna eklenen fazladan 1 harf e-mail’in FETÖ ile ilişkilendirilmesine yol açmıştır.

 

Yazılımda tespit edilen kullanıcı adına ait e-mail:

 


Mali Şube’nin evrakındaki hatalı e-mail:

Nitekim yazılımın sahibi olan ve FETÖ yapılanması ile hiçbir ilişkisi olmayan gerçek Yasin Yalçınkaya dosyaya sunduğu dilekçede yazılımı kendisinin ürettiğini, iş başvurusu amacıyla Mehmet Ender Daban’a gönderdiğini, belirtmiştir. Hatta dilekçede, o dönemde FETÖ mensuplarının kendisiyle bağlantıya geçerek isim benzerliğinden dolayı söz konusu yazılımı kullanmamasını istediklerini de söylemiştir.

·       Dünyaca ünlü Adli Bilişim uzmanımız Sayın Tuncay Beşikçi dosyaya sunduğu mütalaasında, herkül isimli mobil uygulamanın yazılımcısının, kullanıcısının ve internete yükleyicisinin Mehmet Ender Daban veya Bora Yıldız olmadığını bilimsel delilleriyle ortaya koymuştur.

 

·       Her konuda sanıkların aleyhinde tutum takınan İddia Makamı bile ortaya çıkan bu delilerden sonra düzenlediği esas hakkında mütalaasında, bu suçlama bakımından sanıkların beraatini talep etmiş olsa da yerel mahkeme ilginç bir şekilde mahkumiyet yönünde hüküm kurmuştur:

Görüldüğü gibi Adnan Oktar Davası, her ne olursa olsun sanıkların aleyhinde sonuçlandırılması planlanmış bir davadır. Sanıkların lehindeki hiçbir delil dikkate alınmamış, tüm tevsii tahkikat talepleri reddedilmiş, savunmanın hiçbir tanığı dinlenmemiş, alelacele görülen dava Türkiye tarihinde örneği görülmemiş şekilde on binlerce yıllık haksız hapis cezalarıyla bitirilmiştir.

1)     SAYIN ADNAN OKTAR’IN FETÖ’NÜN DARBE GİRİŞİMİ SIRASINDA KAZANANI BEKLEYİP TAVIR ALDIĞI İDDİASI ASILSIZDIR

Hakan Erol, dosyadaki asılsız iddialardan çürütmesi en kolay olanları dahi kitabına aktarmıştır. Bunlardan biri de Sayın Adnan Oktar’ın 15.07.2016 tarihli hain darbe girişimi sırasında ortalı bir yol izlediği, kazananı beklediği yönündeki iddiadır. Halbuki o gece yayın yapan televizyonlar arasında darbe girişimi ilk kez A9 TV’de dile getirilmiş, Sayın Adnan Oktar açıkça devletimizin yanında durmuş, halkımızı itidalli davranmaya, darbecileri ise teslim olmaya davet etmiştir.

Sayın Adnan Oktar 23:51’den itibaren darbeye müdahale etmeye başlamıştır. Hatırlatmak gerekir ki, o sırada hükümet kanadından sadece Başbakan Binali Yıldırım’ın saat 23:05’de “Bu bir kalkışmadır” şeklinde açıklaması olmuştur. Sayın Adnan Oktar ilk olarak 23:51’de “meşru hükümet demokratik hükümettir” diyerek darbeye ilk karşı çıkışını yapmıştır. Sayın Adnan Oktar daha sonrasında TRT’de okunan sözde bildirinin geçersiz olduğu açıklamasını yapmıştır. Bütün vekilleri darbeye karşı durmaya çağırmıştır. Bütün parti liderlerini yarım saatte bir açıklama yapmaya davet etmiştir. İmkân bulabilen tüm general ve subayların açıklama yapmasını rica etmiştir. Bütün herkesin açıklama yapmak için A9 TV’yi kullanabileceğini, yetkililerin televizyonu aradıkları takdirde hemen canlı yayına bağlanabileceklerini bildirmiştir.

SAYIN ADNAN OKTAR’IN YAYINA BAŞLADIKTAN SONRAKİ İLK 20 DAKİKA İÇİNDE YAPTIĞI KONUŞMALARDAN BİR BÖLÜMÜ ŞÖYLEDİR:

Saat 23:51 Adnan Oktar: Fitne katilden beterdir” diyor Cenab-ı Allah. Fitneden kaçınmak lazım. MEŞRU, DEMOKRATİK HÜKÜMET GEÇERLİ OLAN HÜKÜMETTİR. Askeri darbe diye de bir şey yok. Öyle bir şey olmaz. Biz Türk-İslam Birliği’nin merkezi olan bir ülkeyiz. Bizim içimizde bir kargaşa olmaz. Bütünlük, beraberlik ve kardeşlik ruhu içinde hareket ederiz.

Saat 23:54 Adnan Oktar:Askerle, milletle, devletle, polisle bir bütünüz biz. Bizde öyle bölünme, parçalanma, kargaşa falan olmaz. Makul, dengeli bir topluluğuz. Müslüman kimliğimiz. İslam ahlakına uygun tavırlarımız. Geleneğimiz, örfümüz bunu bize en güzel tavır olarak sergiletiyor. Allah vatanımızı, milletimizi fitneden, kargaşadan muhafaza etsin. Fitneyi izale etsin. İnşallah”

Saat 23:55 Bülent Sezgin (Sunucu): “Genelkurmayın resmi adresinden bir açıklama gelmişti Adnan Bey. Ülke yönetimine bütünüyle el konduğu…”

Adnan Oktar: “Tamam da onu Genelkurmay Başkanı çıkar, açıklar öyle bir şey olsa. YANİ ONU İNTERNETTE YAZMA O ŞEKİLDE OLMAZ. Birisi internete girer, hackler öyle yazar. Değil mi? Hava kuvvetleri Komutanı var, Kara Kuvvetleri Komutanı var, Deniz Kuvvetleri var, Genel Kurmay Başkanı var. Hiçbiri ortada yok. Öyle bir şey olduğunda daha önceki bütün geleneklerde öyleydi. Hepsi ortaya çıkardı, bir arada beraber açıklama yaparlardı."

Saat 00:06 Adnan Oktar: “Abartılı haberler yaymamak lazım. Yani böyle kargaşaya neden olacak haberler. Onlar bazen telâşa da sebep olabiliyor, mutedilliği kaldırabilir.”

Saat 00:10 Adnan Oktar: “Benim anladığım herhalde TRT’yi ele geçiren bir topluluk var. Bilmiyorum ama böyle bir şey hiç tarihte görülmemiş. Genelkurmay Başkanı yok, Hava, Kara, Deniz kimse yok ama bir tek TRT’de var böyle bir açıklama değil mi benim gördüğüm? Allah hayra tebdil etsin. Ben ilk defa görüyorum böyle dünya çapında ilk defa böyle bir şey görüyorum ve duyuyorum ve AÇIKLAMA MAKUL DEĞİL. TRT’de böyle bir şey olduğundan bütün haber kanallarında olması lazım. Yani bu şekilde olmaz çünkü TRT’yi açtığımızda bir spiker çıkıyor karşımıza. BÖYLE BİR ŞEY OLMAZ, YETKİLİ BİR İNSAN DEĞİL O.

Sayın Adnan Oktar’ın darbe girişimi sırasında yaptığı sağduyulu ve darbeyi önleme amaçlı anlatımlarından madde madde bazı örnekler vermek gerekirse:

  • Meşru, demokratik hükümet geçerli olan hükümettir.
  • Askerle, polis ve milletçe bütünüz, bizde bölünme ve kargaşa olmaz.
  • İnternetten açıklanan darbe bildirisi geçersizdir.
  • Abartılı, kargaşaya neden olacak haberler yaymamak gerekir.
  • TRT'de okunan bildiri geçerli değildir.
  • Parti liderleri açıklama yapmalı, vekiller de parlamentoya gitmeli
  • Bu vatanı İngiliz derin devletinin kahpeliğine bırakmayız.
  • Bu girişim başarısız olacak halkımızın içi rahat olsun.
  • Fitnede itaat olmaz, polise ateş açılmaz.
  • Askerin kışlaya çekilmesi gerekir.
  • Hava, Kara ve Deniz komutanları da darbe girişimi ile ilgili açıklama yapmalı.
  • Askere zarar verilmesin. Halkımız askere sarılıp bölgeden uzaklaştırsın.
  • Ezan ve sela sabaha kadar devam etsin.
  • Bütün partiler birlik içinde olmalıdır.
  • Özel harekata saldırmak, halka helikopterden ateş açmak çok büyük günahtır
  • Ankara’da halk coşkuyla devletine askerine polisine sevecen bir yaklaşımla sahip çıkmalıdır.
  • Yollar yaralılar için açık tutulmalıdır.
  • Olaydan haberi olmayan askerlere megafonla çağrıda bulunmak gerekir.
  • Mehmetçik halka ateş etmez, ajan provokatör kullanılmış olabilir.
  • Ülkücüler, Alperenler, Ak Parti, CHP ve Saadet gençliği elele bir yürüyüş yapmalıdır
  • Ülkücüler çok mübarek bir topluluktur, her zaman vatanın hizmetindedir.
  • Yaralılar için kan ihtiyacı olabilir, bu konuda herkes yardımcı olmalıdır.

·       Her partiden gençler sokaklarda nöbet tutmalıdır

Tüm bunlar Sayın Adnan Oktar’ın darbe gecesinde kazananın kim olacağını beklemeden devletimizin ve milletimizin tarafını seçtiğini göstermektedir. Bu konuşmalara ait kayıtlar dava dosyasında da mevcuttur. Söz konusu açık delillere rağmen Sayın Adnan Oktar’ın darbe gecesindeki tavrı bile çarpıtılabilmiştir. Bu vahim durum, daha karışık konularda, halkımızın direkt yorumlayamayacağı olaylarda komplocuların ne kadar kolay iftira atabilecekleri gerçeğine de işaret etmektedir.

2)     KİTABI DOLDURMAK İÇİN SADECE İDDİASINA YER VERİLEN FETÖ’YE DESTEK SUÇLAMALARI

Hakan Erol kitabın diğer birçok bölümünde yaptığı gibi, FETÖ’ye yardım iddialarından bahsettiği bölümde de, düzmece de olsa delillerini ortaya koyamadığı sadece birkaç cümlelik iddialardan ibaret konulara da yer vermiştir. Böylelikle okuyucularında, Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubunun gerçekten FETÖ’ye yardım ettiği yönünde bir kanaatin oluşmasına çalışmıştır. Bu iddialar her ne kadar bir mantığa bağlı olarak, etkileyici ve gerçekçi bir üslupla yazılmaya çalışılsa da değişen bir şey olmamaktadır. Ortada delili olmayan hayali suçlamalar vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:

***

***

***


***

***


***


Yukarıdaki iddiaların düzmece de olsa hiçbir delili yoktur. Dosyayı doldurmak için ortaya atılan bu hayali iddialar kitabını doldursun diye Hakan Erol tarafından da değerlendirilmiştir. Nitekim Sayın Adnan Oktar’ın arkadaş grubu değil bir süreliğine bir kez bile 313 kişiden oluşmamış (gruba sürekli katılan ve ayrılanların olduğu düşünüldüğünde böyle bir sayıyı korumak zaten imkansızdır), devletin hiçbir görevlisine rüşvet vermemiş, CIA ve MOSSAD ile işbirliği yapmamış, hukuka aykırı yöntemlerle para kazanmamış, Savcı Şadan Sakınan’la yardımlaşmamış, Av. Serdar Öztürk’e kurulan Ergenekon kumpasında rol almamış ve FETÖ mensubu Talip Büyük’le hiçbir zaman görüşmemiştir. Dosyadaki söz konusu asılsız iddialar “çamur at izi kalsın” mantığıyla ortaya atılmıştır.


 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SAYIN HAKAN EROL’UN “TURNİKE” İSİMLİ KİTABINA CEVABIMIZDIR

KOMPLOCULAR SAYIN ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARININ SAVUNMA GÜCÜNÜ KIRACAK YALANLAR UYDURMUŞLARDIR

SAYIN ADNAN OKTAR’A YÖNELTİLEN EZİYET SUÇLAMALARI ASILSIZDIR